Kayıtlar

Yedi Yıl Sonra Bosch Telefon"İtibarımı Kaybedeceğime Paramı Kaybetmeyi Tercih Ederim"

Bosch Yöneticisinin başlıktaki meşhur sözünü konuşurken iki Hekim arkadaşımla çalan telefonum hayrete düşürdü beni. "2010 Yılında almış olduğunuz Bosch marka fırınla ilgili bir üretim hatası nedeniyle randevu ve düzeltme" talebiydi karşıdaki ses. Oysa yedi yıldır hiç arıza vermeyen bu mutfak aletimle ilgil bir sorunum yoktu. 0850 ile başlayan bu numaranın dolandırıcılık olacağını varsayarak 444 le başlayan firma numarasını aradım. Doğruymuş arama.Verilen randevuya saatinde gelen yetkilileri izleyip reklam kokuyor mu diye takibe başladım. Basit bir değişiklik yaparlar biz de yedi yıl sonraki ilgi ve alakayı eşe dosta anlata anlata bitiremeyerek "en etkili reklama" alet olmuş olurduk! Bir de ne göreyim fırının en zor köşesindeki doğal gaz bağlantı vanasını sökmek için sekiz büklüm olarak uğraşan teknik elemanın gayretini görünce "İtibarın bir marka" olduğunu da bizzat yaşamış oldum.  Oysa bu markayı tercih sebebim 20 yıl öncesine dayanıyordu. ...

Kızılcakışlada Almancı Mevsimi

Resim
Yedinci ay Babam da izinde, Yıllardır yaptığı müteahhitlik işlerini terk edip O da malum rüzgara kapılarak Alamanya Treniyle turist/işçi olarak gitmişti zamanın Batı Almanyasına. Oturum almış ve işe girmiş olduğunu yazan mektubu elimize geçince amma sevinmiştik ne anlama geldiğini bilmesekte. On küsur yıl geçmişti artık. Her yedinci ayda bizlerin ayakkabı dahil bütün kıyafetimizin siyah beyazlığı ve yamalı vasfı terk ettiği, ikinci el de olsa renklendiği  yıllardı.  Bizler rahmetli annemin ve ablamın gayretleriyle bir yandan okula devam ederken her yıl olduğu gibi yedinci ayı da iple çeker olmuştuk.  81 in yedinci ayı idi. Ağzında Peer sigarası,Türkiye gümrüğüne geçer geçmez fötr şapkasını çıkarıp başından eksik etmediği ve bütün izninin son gününe kadar çıkarmayacağı sekiz köşeli şapkasıyla o artık bizim evdeydi. Beş haftalığına da olsa. Ya dizimizi büküp sekinin bir kenarında ya da kucağımıza aldığımız yastık üzerinde ders çalışma çabalarımız dikkatini...

Ah Madımak

Resim
 " Cacık Deşirmek" Ya da   "Bir Höbelek Madımak" Karların eriyip to prağın yumuşadığı  tepeleri ve ovaları ıpıl ıpıl buharların kapladığı günlerdir. Tarlaların suya doyupta düz arazilerde mini gölcüklerin oluşması. Bunun da çayır çimenle karışmasıyla güneşle beraber seyrine doyum olmaz gayrı. Buz gibi kar suları yol bularak birleşti mi dereler,akar sular şenelmeye başlamıştır her dem. Ekinlerin  yeşermeye başlamasıyla beraber ortama  yayılan bahar kokusu da madımak zamanını hissettirir tastamam. Mezarın yolu,evinizin önü,köyün içi yani ayak altında her yer madımaktan geçilmez de kimse ona dönüpte bakmaz bile. İlla dere tepe aşılacak. Gerekirse bir güzel yağmur yenilecek. Beline azık çıkını sarılıp kiminde sapı bile olmayan "namlı" kimisinde“uflak” tan dönme bıçaklarla uzun yollar tepilecek. Çoluk çocuk yaşlı genç yollara düşülüp el değmemiş rutin bellekler bir bir ziyaret edilip tek t...

Dam Üstüne Çul Sermezdik

Resim
Bin bir itina ile uzatılıp örülen belikler, ucu düzeltiliyor bahanesiyle kesilen saç telleri ahır köşelerinde duvara komşu direk aralarında biriktirilirdi. Ta ki kışla bayırından özenle kazılıp at arabasıyla eve getirilen kırmızı toprağın kıvamlı çamur haline getirilesiye  kadar. Kış bitmiş bahar gelmiş inle cinin top oynar hale geldiği samanlıkta hazır geniş alan da açılmışken ve de gerekli materyal ve eli boş ekipman da hazırken gelip çatmıştır “Tandır Kurma Zamanı”. Kırmızı toprak ve saç telleriyle karılıp harman edilen malzeme dört bir elden döve döve kıvama getirildikten sonra uzun süreç başlardı. Büyük tandır kurulurken yere değil geniş ve sağlam bir tahta üzerine ve altına da sağlam iki kürek sapı konur ki yerine taşınmasında bir acı sürpriz yaşanmasın. Tabii sağlam bir  “geçkere” üzerine kurulsa daha ergonomik olur ya her evde 3-4 ay geçkereyi bloke etmek lüksü fazlaca da abartılı olur. Zeminde bir kalın tahta parçası üzerine kimi dikdörtgen kimi yuvarlanmış ...

Güz Yelleri Ya da "Isıcak"

Resim
İkindi Rüzgarları. Eylül. Ya da Sonbahar Yelleri dendi mi aklıma hep annemin ekmek evirmeleri gelir ocak başında. Güneşli ikindi vakti rüzgarın hafiften esmeye başladığı, etrafın ılık tozlu esintilerle karıştığı anlarda ocak başından gelen taze ekmek kokuları sardığı zamanı yani. Geçerken uğrayan komşuya evrağacın ucuna tutuşturulup uzatılan yufka ekmeğini reddetmenin hakaret sayıldığı günler."Vallaha olmaz" tepkisinden sonra elinizi yaksa da sıcaklığı o kadar mı gönlünüzü ısıtırmış. "Isıcak" derlerdi zaten bu ikramın adına. Kara Harp Okulundan vaz geçipte Tıp Fakültesi kararıyla Ankaradan ayrılıp köye annemle paylaşmaya çalıştığım da da vakit ikindi ve yer bizim ocak başıydı. "Kele subay olsaydın" serzenişi hala kulaklarımdayken. Bisikletnen Şarkışlaya giderken jandarma tarafından yolumuzun kesilip köye Kızılcakışlaya geri dönüşümüzde de İhtilalin 12 Eylülünü yaşatmışlardı bizlere mevsim yine sonbahardı. Babamı Almanyaya uğurlayıp  iki ay sonra d...

Düğürcük Aşı

Resim
Sonbaharın yaklaştığı, harmanın hasadın sonuna gelindiği, içi pırıl pırıl kalaylanmış bakırdan bulgur kazanlarının artık gelecek yılı bekleyeceği “evlik”lerin en ücra köşelerine kaldırıldığı,bulgur ayıklamaların tamamlanıp “seten”lerde çekildiği ve güz yellerinin hakim olduğu poyraza yamaç alanlarda savrumundan sonra kepek kısmının hemen önünde biriken incelmiş “tavuk yemi”nden bahsediyorum. Düğürcük, Bulgurun, rüzgarda savrumundan kepeğiyle az kalsın yele verilecek en ince kısmından yani. Fukaralık diyince bu gelir aklıma, Ya da dûğürcük diyince fukaralık. Çaresizlikten akşam yemeklerine alternatifin kalmadığı zamanlarda kaynayan kazandan gelen koku tahminleri boşa çıkarmaz. Eyvah ki ne eyvah. Bu akşam yine dûğürcük aşı var. Akşam sofrası prodromu hep gergin geçer o gün. Ta ki ilk kaşığı ağzınıza götürünceye kadar. Bir nefes arasına bile tahammül etmeden kaşıkların ritmindeki hızı tahmin edemezsiniz. Ortak tastan terleye terleye içtiğiniz bu çorba da bu nas...

Yazdan Yapardık Kızağımızı

Resim
Uzun yıllar ikamet ettiğim Konya Meram toprakları son çeyrek asrın aynı andaki en fazla karıyla bereketlenince çocukluğumuzun hatıraları güncellendi aniden. Dile kolay 70cm ye yakın kardan bahsediyorum. Buzda kızak keyfi en başta geleniydi elbette. Yazdan gözümüze kestirdiğimiz  kulanım dışı kalmış eski büyükçe ve altı kaygan ayakkabıları stoklar. Ayakkabımızla içine ayağımızı yerleştirir doğru alana. Ve buz kaplamış köy yollarında yerel paten, saatler alırdı. Ayaklarımız kardan mı terden mi su içinde kalırdı da  kızak seromonisini yine de terk etmezdik.  Ellerimize eldiven niyetiyle giydiğimiz eski, biri başka öbürü başka yamalı çoraplar. Ya da hakkını yemeyelim çoğumuzun ayağında beyaz yün çorap elimizde rengarenk dört artı bir parmaklı el örgü eldiven de eksik olmazdı. Açlık gelirse aklımıza bir koşu gider sıcak çorbaya yetişmişsek karda tencere gömerek soğutursak ne ala. Çoğunda olduğu gibi geç kalmışsak yufka ekmeğine peynir dürümü imdadımıza yetişirdi....