Bizim Sınıf
Bizim Sınıf
Veysel okuyamamıştı belki. Gönlünü açmıştı o topraklardan bu
vatana. Ve sonra, köyünden kimi zaman yürüyerek kimi zaman at üzerinde gidiş
geliş yaparmış Muhsin Yazıcıoğlu. Anadolunun sıradan bir ilçesinde Şarkışla
Lisesine.
Biz mi?
Rastgele bir araya geldik.
On iki eylül sonrası apolitik döneme rastladı
öğrenciliğimiz. Ne fikir ayrışması yaşadık ne siyasi tartışma. İşimize de
gelmedi değil. İçimizde hiç öteki olmadı zira. O kadar ‘bir’dik ki. Üç yıl
beraber okuduğum, son sekiz ay aynı sırayı paylaştığım İlhami ve Hikmet
kardeşlerimin Alevi Mezhebinden olduğunu mezun olduktan sonra öğrenmiştim. Ne
beyefendi arkadaşlardı ikisi de. Bir daha ulaşamadım neredeler bilmem.
Biz mi, ev tutardık her sonbahar ortalarında. Ön tarafa
yangında ilk kurtarılacaklar damgalı yatak yorgan ile evin tek yaylı somyası,
çaydanlık, teneke soba. Ve çamgaz marka ucuz olurdu. Yuvarlak piknik tüpü yani.
Arka tarafta “yarım galak tezek” de tamam. Atla traktörün teknesine ver elini
Şarkışla. On iki km yol bisikletle hele kış günleri çekilmezdi zira. Ama hafta
sonları ne pahasına olursa olsun köydeydim. Asla o iki gün ders mers
çalışmazdım. Şarkışla’da işimin adı neydi.
Bizim sınıfa bakar mısınız.
WhatsApp yüzü suyu hürmetine 32 yıl sonra yeniden açılmadık mı. Bakıyorum
da şöyle arkadaşlarımın yüzü ışıl ışıl yeniden. Amma oldu be. Kimimiz eşinden
kimimiz işinden kimimiz de gölgesinden korkmayıverse 46 lık sınıfla tam kadro
ders başı yapıvereceğiz. Lakin. Klişe ama diyivereceğim o lafı yine “herkes
yaşıtları yanında çocuktur” derdi bir arkadaşım. Vallaha doğru. Bizim sınıfın tutmasındaki temel realite bu
zannımca. Tabii sınıfın mayası ana belirleyici.
Kayıplar, hastalıklar, atlatılan ne badirelere inat o ruhu
korumak bir erdemliler hareketi olsa gerek.
Hesap yok. Ajanda yok. Menfaat yok. Bir adım ötesi yok.
Hamle yok. Şarkışla’da yoğrulmuş bir mayanın 32 yıl sonra ülkeme ve hatta
dünyanın dört bir yanına salınmış iyilik hareketi.
En önemli avantajımız 32 yıldır hiç
birbirimizi görmeyişimizde saklı. Hafızamızda kalan 17 yaşındaki liseli resmi
duruyor ve öyle görüyorum karşımdakini.
Öyle hitap ediyor, öyle üslup takınıyor, öyle sorguluyor gerekirse öyle
azarlı
yorsunuz. Ama en hoşa gideni ne biliyor musunuz. Öyle de tepki
alıyorsunuz ya “işte bizim sınıf” dedikçe diyiveriyorsunuz. Hiç kimse o
doğallığını o huyunu o mayasını değiştirememiş. Ne karakter yahu. Herkesin o
bıraktığımız yıllardaki gibi çoluk çocukları olmasına rağmen. Kırışsa da
alınlar, kafalar dımdızlak aydınlık bir yüze dönüşse de, okula gelirken Hatice
Hoca’nın dayattığı beliklerin yerinde yeller esse de. O cevval, aceleci,
dinamik, koşuşturmacı karakterler halis muhlis oturaklı olgun kişiliklere
dönüşse de bizim sınıfın heyecanı o günleri aratmıyor. Her ne kadar çok değer
verdiğim iki buluşmaya katılamasam da. Belki de bu gizemi, bu esrarı, bu
mayayı, bu erdeme ulaşmanın hazzını daha da mayalandırıp ertelemektir gayem.
Yaşa be bizim sınıf.
Yorumlar
Yorum Gönder