Kayıtlar

Bilemedin Holduru Hop

Resim
Sabah evin her tarafını is duman sarıpta rahmetli annemin öksürük sesini duyunca eyvah yine  "ocağı yakmışız "serzenişiyle uyanıverirdik. Birer birer sekiz kardeşin yedisi. Diğeri mi çoktan Alamanyanın yolunu tutmuştu.  Kışın sabah ocak yanması demek kahvaltı seromonisinin de bir hayli erteleneceği demekti. İkindiye kadar. Önce evraaçlar ve ekmek evirme işi bitecek ateş köze deveran edecek lavaşlar sonra çörek çekimi derken bizim sofraya sıra gelecek. O sırada acıkan bir dürüm yufka ve peynirle geçiştirilip ana yemeğe kadar oyalamaca sürüp gidecek. Komşuluğun rapel aşısı misali tandır başında gelen her ziyaretçiye evraaç ucunda uzatılan taze ekmek varya. Kurulan en sağlam köprüydü. Kabul edilmeme itirazına  " vallaha olmaz "  "ısıcağı alacaksın" azarı aslında geçmişten geleceğe bağlılığın da samimiyetin de zirve nişanesiyi. Hele de yeni yayıktan kalma ayranınız da varsa tandırın olmazsa olmazı "bulama aşı" çevire çevire kaynatıldı mı bu l...

ASTARLI SOĞUKKUYU

Resim
       Ta çocukluğumda ilk camiye gidişimde anladım kıymetini. Namaz çıkışında yerinde olmadığını fark edince.    Şarkışla İmam Hatipte öğrenci iken Sosyal Bilgiler Öğretmenimin ayağında gördüğümde çok şaşırmıştım bizim oraların ayakkabısını. Bize göre Aristokrat Silüete uymuyordu soğukkuyu. Sürgün gelişiyle bağdaştırmaya çalışmıştım.    Pazardan ilk alınıpta o lastik kokusunu ciğerlerinize çektikçe zenginliğinize diyecek olmazdı. Hele bi de paraya kıyıp hem astarlı hem de potin görünümlü ucu sivri olanından alınmışsa değmeyin keyfime.  “Seneye de giyersin” hesabıyla bir numara büyük alma kültürü bunda da geçerli olsa da kışın ip çorap giymeye de müsait olurdu bu numara.    Dağda çamurda, firezde çayırda,tarlada ahırda her araziye uygun dört mevsim geçerliliğini sürdürürdü. Yeri gelir futbol ayakkabınız olurdu. Pantolonu çorabınızın içine kattınız mı her boyayaya girerdi gayrı.    Çorapsız  astarı olmaya...

Basmalık Ya da Bir Galak Tezek

Resim
Basmalık, İstopun, güreşin, ip atlamanın, tek kale maçların, söbenin, saklambaçın, hotak’ın hasılı çocukluğumuzun geçtiği sonradan “belleme” ile “tezek” olup kış günlerinin vaz geçilmezi platformdan bahsedeceğim. İşin orijini “ahır görmekle”  başlardı. Hemen her evin önünde yarı bahçeyi kaplayan bir alan bu platformun vazgeçilmez merkeziydi. Hayvan barınaklarının günde en az iki kez tahliyesiyle bütün bir kışın toplama alanları. Başka yer yokmuş gibi bazen kahvaltı sinileri  bazen de köyümün beş çay dedikoduları buralarda şekillenirdi. Şimdilerin kuru bayat sanal paylaşımlarına nispet. Çocukluğunuzun gündüzlerinin çoğunluğu burada geçerdi. Tüm oyunlar,tüm kavgalar, tüm ağıtlar burdaydı. Kale taşları buraya konurdu kalecinin sağlığı açısından. Böylece mahallenin hep sefili ya da yetimi değil de topun sahibi bile kalecilik yapmaktan kaçınmazdı. Güreşin bile doğal minderi bu platformdu sırtınızdan ve evinizden hiç pire eksik olmasa da. Tabii bi de yağmur yağmayaydı. O zam...

Büyük Atlas Sen Çok Yaşa

Resim
Büyük Atlas Sen Çok Yaşa Mevsimler şeridi misali resmi günler ve geceler başlıklı takvimde eylülün ilk hatırlatma günü buydu. Yedi eylül okul açıldı. Eylülün ilk haftası açılırdı hep. Sekiz kardeşli bir aile için de yılın en kritik ve krizlerle dolu günüydü aynı zamanda. O iletişim fakiri yıllarda bizi enterese eden en önemli konu da o yıl içinde bir iktidar değişikliği olup olmadığıydı. Ya olursa çoğu ders kitaplarının değişmesi anlamına geliyordu. Ne Reşat Otmanın Fiziği ne Emin Oktayın Tarih Kitabı işe yarardı o zaman. Elde kalan Faik Sabri Duran’ın Büyük Atlas’ı dışında tüm kitaplar değişiverirdi. Matematik bile değişirdi siyasetle ne alakası varsa. Bir süre kaçak güreşip Öğretmenlerin kitap istemeden not yazdıracağı beklentisine girsekte her kitap birer birer alınırdı borç dert. Bu işin kırtasiye yönüydü elbet. İlçeden daha ev tutulacak. Kiminle ev tutacağın belli değil. O yaşta kimin nesiyle aynı odayı 8-9 ay paylaşacaksın hepsi muamma. İlk gün köyden gider ve geç...

Zimmer 1334

Resim
Hafta sonu. Köye gelmiştim yine iki günlüğüne. Bahar bitmek üzereydi. Yani lise ikinin de sonları. Köyün dışında, önünden üç ayrı yolun farklı arazilere gittiği ayrımda bizim ev bulunur. Rutin orta yol yürüyüşümdü. Tozlar arasında gözüme hafif yeşilimsi bir cisim ilişti. Ayağımla hafif eşeledim. Eğildim biraz örselenmiş kalemi aldım elime. Amma da tanıdık gelmişti. Meğer komşu köyden gelipte motorla bizim evin önündeki orta yolda sürat yaparken düşürülen 46 kalemden birisini beş ay sonra bulup, sınıfta arkadaşıma yeniden taktim etmekte varmış kaderde. Kalem mi? Kasım ayı. Nöbetçi öğrenci okul idaresinden çağrıldığımı söyledi. Gittim hemen. Zimmer 1334 Adam Opel Russelsheim kampüsü konteyner kenti/işçi barakalarından yazılan; ama açılmış, ama okunmuş mektubu tutuşturdular elime. Müdür yardımcısından sonra doğal olarak bir de ben okudum babamdan gelen mektubu. Sınıf mevcudumu belirten cevabımı istiyordu. Derhal 46 kişi olduğunu yazdım. Yolladım. Ve 1983 Yeni yılın ilk mesai günü PTT ye g...

Talaka

Resim
İki buçuk Liranın enek yapılıp para oynandığı yıllar. Vita yağa filteke, deterjana şaşmaz ya da lili tozu, çarşıya pazara giderken lüks ihtiyaç listesinin baş köşesinde bayatta olsa somun ekmeğin bulunduğu. Gaz lambası veya idare ile aydınlığın sağlandığı, tandıra sallanıp ev ev oynandığı, komşuların birbirine “oturucu” gittiği, köy odalarında mahallenin okur yazarınca defalarca ezberden Eba Müslimlerin okunduğu radyo ibrelerin acanslarda sabitlendiği siyah beyazlı yıllar.                 Akşamları hatırlı misafirlere çayın yanında yuvarlak oylum bisküvinin ikram edildiği , Sormuk şeker koymaktan ceketinizin sağ cebinin yapış yapış olduğu, pencere önlerinde rengarenk şişelerde “leylim tuzuyla” doğal güllerden şurup yaptığımız, sabahları çay yerine  çorba ve çörek otulu küp peyniriyle kahvaltıların olduğu, İneği danayı sığıra sürüp süt ile yoğurdun karışımıyla torpilli kahvaltı önü atıştırmala rının rut...

Bir Cıngıl

Resim
Bir Cıngıl Üzüm, İlkokul diplomasını alıp elimize Hükumet Binasının önünde şipşak fotoğraf çektirip “Arap”ıyla beraber vesikalıklarımızı alıp Şarkışla İmam Hatip Lisesine kaydımızı tamamladıktan sonra çarşıya doğru yürüdük yürüdük. Köyden kasabaya gelişler hep pazartesi olduğundan doğru pazara yöneldik. Krem ya da açık kahverengi kesekağıdına bir kilo üzüm ve hemen oracıkta orta bayatlıkta bir somun ekmeğiyle beraber cami avlusuna yöneldik. Yıkadıktan sonra yakındaki inşaatın gölge tarafına çömelerek üzüm ekmeğimizi bitirinceye kadar yedik bitirdik. Öğle yemeği işi tamamdı. Klasiğimiz elbette kara üzümdü çekirdeklisinden. Parmak üzüm biraz lüks gelirdi anca Almancılar alırdı kasa ile. Çekirdeksiz olanına hiç tesadüf etmişliğimiz olmadı o yıllar. Bizim ellerde satılmazdı da zannımca. Kuru olanı “kan yapar” özdeyişi ile torpilli ya da tek oğlanların sabah okula giderken karamandul ceplerine bir avuç konulanıydı. Okul dönüşü peynir dürmekten bıkmışsanız, biliyorsanız kuru üzümün...