"Çocuklar hıçkırır anneler ağlar"
“Çocuklar Hıçkırır Anneler Ağlar”
Sekiz çocuklu bir aile olunca meyvenin de dilimle pay edildiği
zamanlardı bizimkisi. Tarlaya götürecek azığınız yoksa jokerimiz toz şeker bir büyük
tas suda eritilip ekmek peynir eşliğinde altı yedi kişi kaşık sallayarak
doyurup karnımızı çapaya devam ettiğimiz yıllar yani.
Sahurda her ailenin zulasında gevretilmiş yufka eğmeği
ufalanıp şekerli su ile karıştırılıp bu sefer gevretilmemiş yufkayla
avuçlanırcasına lokma haline getirdiğimiz orucu “ufak”la tuttuğumuz günler.
Ekmeği ekmeğe katıktı bizimkisi.
Orta ve lise döneminde iki üç öğrenci ev tutup kaldığımız
senelerdi. Ana ve tek mönü küp peynir beş günlük çörek ya da kömbe yanında çay o
haftanın da üç öğününe el koyardı eksiksiz.
Hafta sonları köye geldiğimizde rahmetli annemin artırdığı
bir köşeye sakladığı elma ya da portakalı yalnıza denk getirip hadi çabuk ye
şunu aceleciliği yok mu. Kendi sehmini bize ayırması bizi ne kadar daha
yüklenecek bu kadın iç çekmelerime de eşlik ederdi gizliden gizliye.
Cuma okul çıkışı ilçeden köye gelir, pazar ikindi üzeri
tekrar yola revan olurduk. Sırtımızda beyaz tehliz torbada beş günlük ekmek küp
peyniriyle birlikte. Her defasında yola çıkacağımızda annem ısrar eder sofra hazırlamaya
koyulur ben de aynı inatla 2,5
kilometrelik asfalta varasıya acıkacağımı bile bile yemeği yemeden ayrılırdım. Hele
de asfalta inince vasıta bulamaz da 12 km yolu da yürüyünce pişmanlığım
katlanır da katlanırdı.
O pazar da yine alelacele tatar ocağını yakmış dışı isten
kapkara olmuş küpeli tencerede kaynayan yemek bize yetişmek için çırpınıyordu.
Ayrılma vakti gelmiş benim sinirimde tepemde olduğu halde annem danışmadan
sofrayı bile kurmuş emri vakisini yalvarırcasına yapıpta ben çaresiz sofraya da
oturmak zorunda kalmış yalandan bir iki kaşıkla dağ yoluna koyulacak iken. İlk lokmayla
beraber o lezzeti, bırakın damaklarımda tüm hücrelerimde hissedercesine koca
tabaktaki yemeği siler süpürürcesine tek oturuşta bitirdiğimi bir ben bilirim. Tandırda kaynarken lokurtusundan, ocakbaşını
bırakın bütün eve yayılan rayihası beni büyülemişken ilk lokmayla gelen lokum
gibi kıvamındaki kuru fasülyenin tadını onca namlı mekanlarda dahi tadamayışımı
nasıl unutabilirim ki.
Bizimkisi on iki kilometrelik bir mesafeydi. Çaresiz kalınsa
kış bile olsa yürüyerek gidip gelinme lüksümüz vardı. Ya ilde okuyan abimin
haleti ruhuyesini empatize edemiyordum o yıllar.
Bu pazar onu yolcu edecektik önce. Otobüs parasını ne
yaptıysak bir araya getirememiş hepimiz cep harçlıklarımızı annemde toplamış
ucu ucuna gidiş parasını denkleştirebilmiştik. Düşünüyorum da o gittiği yere
hadi vardı ne yiyip ne içecek bir iki ay. Okul masrafını nasıl halledecek. Tekrar
dönüşte nasıl neyle gelecek 17-18 yaşında birisine bu yük nasıl taşıtılır aklım
almıyor şimdi. Ya bu çaresizliği an be an yaşayan annemin iç alemi!
Hacdan gelmiş karşılamaya gitmiştik şehirötesine. Çok
sevinmişti. Ayrıldık bir ay sonra bir sabah telefon geldi onu kaybettik diye.
Bu kadar sıradanmıydı bu cümle. Yola çıktık beş saat sürecek. Cenazeye bari
yetişmek için.
Dönüşte tarihe baktım. Aylardan mayıs ve günlerden pazardı.
Hem de ikinci pazar. Sahi şimdilerde bizimkiler hep anneler günü kutlar oldu bu
tarihte. Biz mi? Onu o gün kaybetmişiz meğer. Yetmiş yıl kutlamayışımıza inat.
Mekanın cennet biliyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder