Kayıtlar

Ocak, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Güz Yelleri Ya da "Isıcak"

Resim
İkindi Rüzgarları. Eylül. Ya da Sonbahar Yelleri dendi mi aklıma hep annemin ekmek evirmeleri gelir ocak başında. Güneşli ikindi vakti rüzgarın hafiften esmeye başladığı, etrafın ılık tozlu esintilerle karıştığı anlarda ocak başından gelen taze ekmek kokuları sardığı zamanı yani. Geçerken uğrayan komşuya evrağacın ucuna tutuşturulup uzatılan yufka ekmeğini reddetmenin hakaret sayıldığı günler."Vallaha olmaz" tepkisinden sonra elinizi yaksa da sıcaklığı o kadar mı gönlünüzü ısıtırmış. "Isıcak" derlerdi zaten bu ikramın adına. Kara Harp Okulundan vaz geçipte Tıp Fakültesi kararıyla Ankaradan ayrılıp köye annemle paylaşmaya çalıştığım da da vakit ikindi ve yer bizim ocak başıydı. "Kele subay olsaydın" serzenişi hala kulaklarımdayken. Bisikletnen Şarkışlaya giderken jandarma tarafından yolumuzun kesilip köye Kızılcakışlaya geri dönüşümüzde de İhtilalin 12 Eylülünü yaşatmışlardı bizlere mevsim yine sonbahardı. Babamı Almanyaya uğurlayıp  iki ay sonra d...

Düğürcük Aşı

Resim
Sonbaharın yaklaştığı, harmanın hasadın sonuna gelindiği, içi pırıl pırıl kalaylanmış bakırdan bulgur kazanlarının artık gelecek yılı bekleyeceği “evlik”lerin en ücra köşelerine kaldırıldığı,bulgur ayıklamaların tamamlanıp “seten”lerde çekildiği ve güz yellerinin hakim olduğu poyraza yamaç alanlarda savrumundan sonra kepek kısmının hemen önünde biriken incelmiş “tavuk yemi”nden bahsediyorum. Düğürcük, Bulgurun, rüzgarda savrumundan kepeğiyle az kalsın yele verilecek en ince kısmından yani. Fukaralık diyince bu gelir aklıma, Ya da dûğürcük diyince fukaralık. Çaresizlikten akşam yemeklerine alternatifin kalmadığı zamanlarda kaynayan kazandan gelen koku tahminleri boşa çıkarmaz. Eyvah ki ne eyvah. Bu akşam yine dûğürcük aşı var. Akşam sofrası prodromu hep gergin geçer o gün. Ta ki ilk kaşığı ağzınıza götürünceye kadar. Bir nefes arasına bile tahammül etmeden kaşıkların ritmindeki hızı tahmin edemezsiniz. Ortak tastan terleye terleye içtiğiniz bu çorba da bu nas...

Yazdan Yapardık Kızağımızı

Resim
Uzun yıllar ikamet ettiğim Konya Meram toprakları son çeyrek asrın aynı andaki en fazla karıyla bereketlenince çocukluğumuzun hatıraları güncellendi aniden. Dile kolay 70cm ye yakın kardan bahsediyorum. Buzda kızak keyfi en başta geleniydi elbette. Yazdan gözümüze kestirdiğimiz  kulanım dışı kalmış eski büyükçe ve altı kaygan ayakkabıları stoklar. Ayakkabımızla içine ayağımızı yerleştirir doğru alana. Ve buz kaplamış köy yollarında yerel paten, saatler alırdı. Ayaklarımız kardan mı terden mi su içinde kalırdı da  kızak seromonisini yine de terk etmezdik.  Ellerimize eldiven niyetiyle giydiğimiz eski, biri başka öbürü başka yamalı çoraplar. Ya da hakkını yemeyelim çoğumuzun ayağında beyaz yün çorap elimizde rengarenk dört artı bir parmaklı el örgü eldiven de eksik olmazdı. Açlık gelirse aklımıza bir koşu gider sıcak çorbaya yetişmişsek karda tencere gömerek soğutursak ne ala. Çoğunda olduğu gibi geç kalmışsak yufka ekmeğine peynir dürümü imdadımıza yetişirdi....

“Öksüzoğlan Çiçeği”

Resim
Esas uzaklarda olanı makbuldü. Sarı renkli, az bulunan, uzak tepeleri de aşarak ulaşacağınız “belleklerden” toplardınız. Bildiğiniz ucu sivriltilmiş demir süngünüzle. Tabi tek başına gidemezdiniz. Grup halinde akranlarınızla toplaşıp sabahtan çıkıp dağları tepeleri aşardınız. Akşama kadar dere tepe dolaşıp ancak bir tutam biriktirebilirdiniz. Hem kökü(soğanı) hem gövdesi yenebiliyordu. Bizim nazarımızda başkaca da bi işe yaramazdı. Fazla bir getirisi yoktu bundan gayrı. Ailece boş iş muamelesi gereği giderken dağa, azık bile verilmezdi. Aç aç dolaşmanız da diğer bir kârınız olurdu. “Sarı çiçek”ti bu. Ya da bizim oraların deyişiyle “hasgül” yada türkülerin diliyle “çiğdem”. Yetimlerin arkadaşı pek olmazdı. Dolayısıyla bir araya gelip sarı çiçek toplamaya da gidemezlerdi ta uzaklara. Baharın ilk günlerinde köyün yakınlarındaki beyaz olanları toplarlardı. Yola serpe serpe dönerlerdi evlerine. Hani itibarsızlaştırılan var ya tenezzül edilmeyen. Tek başınıza, köyden uzaklaşmadan...